12 Temmuz 2014 Cumartesi

Çanlar kimin için çalıyor?
Kemal Furkan kfsokmen@haberx.com
08.07.2014 14:41
17 Aralık darbe girişimi sonrası sosyal medyada birkaç hesap aynen şunu yazmıştı. “Bu süreç FAİLİ MEÇHULLERİN çözüme kavuşmasıyla bitecektir” Bu mesaj, kimisine göre bir ihtimalken, kimine göre hayaldi. Lakin, Türkiye bu hafta “Faili Meçhullerde Paralel şüphe” başlıklı haberleri okuduğunda 17 Aralık rüzgarının gidebileceği yerleri daha fazla düşünmeye başladı. Bu süreç, Başbakanın Haşhaşiler benzetmesinin ne demek olduğunu anlatacak bir süreçti. Paralel Çetenin belki en tehlikeli yönünün açık edilmesiydi.
17 Aralık darbe girişimi sonrası sosyal medyada birkaç hesap aynen şunu yazmıştı.
“Bu süreç FAİLİ MEÇHULLERİN çözüme kavuşmasıyla bitecektir” 
Bu mesaj, kimisine göre bir ihtimalken, kimine göre hayaldi.
Lakin, Türkiye bu hafta “Faili Meçhullerde Paralel şüphe” başlıklı haberleri okuduğunda 17 Aralık rüzgarının gidebileceği yerleri daha fazla düşünmeye başladı.
Bu süreç, Başbakanın Haşhaşiler benzetmesinin ne demek olduğunu anlatacak bir süreçti. Paralel Çetenin belki en tehlikeli yönünün açık edilmesiydi.
İşte bu ve benzeri nedenlerden ötürüdür ki, paralel kalemlerin önde gelen ismi birden bire Washington temsilciliğine atanıyordu. Bazılarımız anlamasa da, onlar gelen kasırganın farkındaydılar. Kaçmanın adı ATANMAK olmuştu.
Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun “Bizim tarlalar çoktan sürülmüş” cümlesinin manası artık su yüzüne çıkmalıydı.
Süreç aslında Rahip Santoro cinayetinden önce başlamıştı. Hakkında “Emniyetteki hizipleşme içinde irticai akımlara (Fetullah) yakın. Dikkat edilmelidir” notu düşülen adam Trabzon İl Emniyet Müdürlüğüne atanıyordu.Dönemin İçişleri Bakanı Abdulkadir Aksu’ydu.
Atanan emniyet müdürü döneminde bölgede ilginç olaylar cereyan ediyordu. Bazılarını hatırlamak gerekirse, Trabzon'da 2004 yılında Mc Donald's bombalanması, 29 Kasım’da KTÜ Öğretim Üyesi Doç. Hicabi Cındık öldürülmesi, 7 Ocak 2005’te yine KTÜ’den Prof. Dr. Sadettin Güner ve üç yaşındaki oğlu çapraz ateşle öldürülmesi, 6 Nisan 2005’te TAYAD üyelerinin yüzlerce kişi tarafından linç edilmek istenmesi, 19 Ocak 2006’da Kürt işçilerin gittiği bir kahveye molotof kokteyli ile saldırı ve son olarak hepimizin aşina olduğu 5 Şubat 2006'da Santa Maria Kilisesi’nin rahibi Santoro 16 yaşında bir lise öğrencisi tarafından öldürülmesi.
Olayların temeli Türkiye’nin kronikleşmiş ve sürekli kaşınan AYRIMCILIK yarasına yönelikti. Rahip Santoro’ya kadar farkedilmeyen artık biraz daha görünür olmuştu. Bölge, pilot bölgeydi ve yara buradan kaşınmak isteniyordu.
Tesadüflere inanmadığım canım ülkemde yine bir tesadüfle Rahip Santoro cinayetinin faili  18 yaşından küçük bir çocuk çıkıveriyordu.  Fakat kripto Santoro cinayetinde değil, Mc Donalds bombalanmasında gizliydi. Bombalamada gözaltına alınan Erhan Tuncel, Emniyet Müdürü ile yaptığı bir görüşmeyle polis muhbiri oluyor ve salıveriliyordu. Erhan Tuncel aynı zamanda Muhsin Yazıcıoğlu’nun gönüllü korumalığını yapan biriydi. Muhsin Yazıcıoğlu bütün bu detaylara haiz biriydi. O yüzden tarlalar sürülmüş demişti.
Tuncel’i Muhbir yapan Emniyet Müdürü, çözümsüz ve şüpheli bu kadar olay varken İstihbarat Dairesi Başkanı olarak atanıyordu. Lakin tesadüfe bakın ki belalar peşinden sürekleniyordu. Dink cinayeti ülkeyi sarsıyor ve katil yine 18 yaş sınırına yakalanıyordu. Hedef yine milleti bölmekti. Mide bulandıran ise cinayetin defalarca ihbar edilmiş olması oluyordu.
Hrant Dink cinayetinde kuşku duyulan konular üzerine 2 Aralık 2008’de Başbakan imzası ile başlatılan BTK incelemesi kuşkuları doğrular yönde rapor ortaya koyuyordu. Fakat bu rapor bazılarının hala inanmadığı PARALEL BÜROKRASİ tarafından 2010 yılına kadar çeşitli gerekçelerle sümen altı ediliyordu.
Tek faili meçhul  Dink cinayeti değildi. Üzeyir Garih cinayetinin de 6 kere savcı değiştirmesi, altısınında sıradan ifade almalar hariç hiçbir işlem yapmaması garipti. Dosya Zekeriya Öz, Fikret Seçen, Nihat Taşkın, Muammer Akkaş gibi savcılarrın elinden geçiyordu. Bir ara cinayet dosyası kayboluyor ve Turan Çolakkadı’nın çabaları ile tekrar bulunuyordu. Garih cinayeti bir CİDDİYETSİZLİKLE karşı karşıyaydı.  İfadesi alınan Astsubayların isimleri, evine polis görünümlü adamların gittiği Garih’in damadı Doron Herzigoviç ismi hiçbir yerde geçmiyordu.
Tesadüfe bakın ki, Muhsin Yazıcıoğlu burada da Garih'in verdiği büyük sırrı bilen biriydi.
Sonra biri çıkıp biz bu davayı içimizde kapattık diyordu. Kimin mahkemesinde...?
Peki malumların kendi içinde kapattığı davayı Türkiye Cumhuriyeti hukuku içinde kim kapatacaktı?
Bu süreçte sorular bitmez efendiler, sular ısınıyor.
Bakalım çanlar kimin için çalıyor.
Hürmetler.

Hiç yorum yok: