12 Temmuz 2014 Cumartesi

Ekmel bey tehlikenin ne kadar farkında bilmiyorum.
Birileri onu (o kimse) siyasetin mayınlı tarlasına paraşütle bıraktı. O da bilmediği, anlamadığı bir konuda yokuş aşağı koşar gibi gidiyor.
“birileri”nin Ekmel beye dost görünen, ama dost olmadığı açık olan birileri olmalı.
Bu iş Ekmel beyin ağrımayan başını ağrıtacağa benziyor. Siyaset onun için sanki “dua ile istenen bela” gibi bir hal almaya başladı.
Ekmel bey, çatının adayı olmayıp, tek başına aday olsaydı, kaç oy alırdı dersiniz. Söyleyeyim % 1 bile oy alamazdı. Çatı ona “O” olduğu için değil, Erdoğan’ın karşısına çatı adayı olarak çıkmayı kabul ettiği için oy verecekler. Yani, o bu işin farkında olmasa da, birileri ona Erdoğan’a karşı bir“savaşçı” rolü yüklüyor. Kendi üzerinden Erdoğan’ı vurmaya çalışıyorlar. Ekmel bey bu kirli oyunu anlamayacak kadar da saf olmasa gerek.
Cevabını arayan soru şu: Ekmel bey o zaman kendini birilerine niçin kullandırıyor. Bu tezgahı kim hazırladı ve kim ne karşılığı ikna etti.
Ekmel bey bu yarışta düşerse ardından ağlayan olmayacak. Ekmel bey halkı, halk Ekmel beyi tanımıyor.
Seçim kampanyasını kim yönetiyor bilmiyorum ama, zor bir görev. Hem laikçileri, hem MHP’yi, hem dindar kesimi ikna edeceksiniz. Bu kolay değil. Daha ilk günden arkası arkasına yanlış adımlar atıldı. Canlı yayına çıkmayan, kürsü hakimiyeti, halkla ilişkisi zayıf, suali mukadder karşısında panikleyen, ürkek bir siyasetçi. Eyüp’te iftar sofrasında, kendine ulaşmak isteyenler ile korumalar arasında itişip-kakışma oluyor. Koruma havaya bir el ateş ediyor. İhsanoğlu iftar sofrasından ayrılıyor.
Bana kalırsa popüler bir mahalle muhtarının bile mahalle ölçekli seçim kampanyası daha heyecan verici.
CHP ve MHP’nin çatı adayı şimdiden mizah konusu oldu. Sahi bu adayı bulmak için çok mu araştırdınız.
Birileri Türkiye’yi krize sokmak için fırsat bulursa Erdoğan’a saldırır. Erdoğan çok iyi korunuyor.İhsanoğlu’nu da daha yüksek seviyede korumak gerek. O birileri İhsanoğlu’na yönelik bir saldırı ile Türkiye’yi krize sokacağını düşünürse, ya da seçimleri çıkmaza sokacağını hesap ederse durumdan vazife çıkarıp, gerekeni yapmakta tereddüt etmezler.
Kim saldırabilir derseniz, onu bu işe yönlendirenler arasında aramak gerek. Sanırım o çevreden derin ilişkileri olan kripto birileri olmalı. İhsanoğlu’nu aday göstererek varmak istediği hedefe ulaşamayacaksa, ona zarar vererek Türkiye’yi krize sokarak seçimi tartışmalı hale getirebileceklerse, Ekmel beyi harcamakta tereddüt etmezler.
İhsanoğlu nasıl bir maceraya itildiğinin farkında olmasa gerek. 
Ekmel bey (aslında “bey”i unvan olarak kullanmak yasak ama, kullanmamak farklı anlamlara çekildiği için kullanıyorum) için seçim sonrası yeni rollerin düşünülmüş olabileceğini zannediyordum ama bu saatten sonra o şansı da kalmadı gibi sanki. Çok düşük bir performansa sahip o çabuk eskidi. Göle çalınan maya tutmadı. Ekmel bey mülayim tavrı ile MHP tabanından zor oy alır. CHP’liler de çok farklı bir kişilik. Dindarlar ise bu tiplere karşı kuşkucu, isteksiz, tepkilidir.
Ekmel İhsanoğlu cumhuriyet tarihinin en düşük profilli cumhurbaşkanı adayı. Gürsel, Evren, Sezer, Korutürk bile daha aroması yüksek kişiliklerdi. Böyle zor bir zamanda Türkiye böyle birine emanet edilemez. 
İhsanoğlu bu göreve aday olmayacak olsaydı bu eleştirilerin hiçbiri uygun olmazdı. Ama bu eleştirileri sanki biraz da kendi istedi. Bir paratöner gibi eleştiri çeken bir adam.
İhsanoğlu’nu, Erdoğan gibi siyaset kurdu birinin önüne atanlar, İhsanoğlu’na kötülük ederken, aslında Erdoğan’ın değirmenine su taşıdıklarının farkında değiller sanırım.
Bu eleştirilerin İhsanoğlu’nu yaraladığını, üzdüğünü biliyorum. Ama bunu kendi istedi. Bu sonucun asıl sorumluları yüzme bilmediği halde onu dip akıntıların olduğu bu çalkantılı denize iten, dost bildiği kripto insanlardır.
İhsanoğlu bu süreçte içinde yabancı ülke istihbaratçılarının da olduğu, Türkiye ve bölge ülkelerinin başına çorap örmeye çalışan bir grubun senaryolarının aleti olmama konusunda rolünü yeniden gözden geçirmelidir.
Sisi, Suudiler, Esed, İsrail, ABD, İngiltere, Vatikan ve Almanya onu yakından izliyorlar.
Ekmel bey kimlerin umudu olduğunu, performansı ile kimleri mutlu edeceğini ya da üzeceğini bir daha düşünmelidir. Yanlışın neresinden dönülürse orası kârdır.
Sizin ne yaptığınız kadar, insanların sözlerinizden ve yaptıklarınızdan ne anladıkları sizin söz veeylemleriniz kadar önemlidir. Cumhurun başkanı olmaya aday olanların bu noktaya dikkat etmesi gerek.
Acı da olsa bu gerçekleri birilerinin söylemesi gerekti. Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az! Siyasette gelecek günler geçen günleri aratabilir. Görelim bakalım ne olacak?
Tencere yuvarlanacak, kapağını bulacak.
Selâm ve dua ile.
Çanlar kimin için çalıyor?
Kemal Furkan kfsokmen@haberx.com
08.07.2014 14:41
17 Aralık darbe girişimi sonrası sosyal medyada birkaç hesap aynen şunu yazmıştı. “Bu süreç FAİLİ MEÇHULLERİN çözüme kavuşmasıyla bitecektir” Bu mesaj, kimisine göre bir ihtimalken, kimine göre hayaldi. Lakin, Türkiye bu hafta “Faili Meçhullerde Paralel şüphe” başlıklı haberleri okuduğunda 17 Aralık rüzgarının gidebileceği yerleri daha fazla düşünmeye başladı. Bu süreç, Başbakanın Haşhaşiler benzetmesinin ne demek olduğunu anlatacak bir süreçti. Paralel Çetenin belki en tehlikeli yönünün açık edilmesiydi.
17 Aralık darbe girişimi sonrası sosyal medyada birkaç hesap aynen şunu yazmıştı.
“Bu süreç FAİLİ MEÇHULLERİN çözüme kavuşmasıyla bitecektir” 
Bu mesaj, kimisine göre bir ihtimalken, kimine göre hayaldi.
Lakin, Türkiye bu hafta “Faili Meçhullerde Paralel şüphe” başlıklı haberleri okuduğunda 17 Aralık rüzgarının gidebileceği yerleri daha fazla düşünmeye başladı.
Bu süreç, Başbakanın Haşhaşiler benzetmesinin ne demek olduğunu anlatacak bir süreçti. Paralel Çetenin belki en tehlikeli yönünün açık edilmesiydi.
İşte bu ve benzeri nedenlerden ötürüdür ki, paralel kalemlerin önde gelen ismi birden bire Washington temsilciliğine atanıyordu. Bazılarımız anlamasa da, onlar gelen kasırganın farkındaydılar. Kaçmanın adı ATANMAK olmuştu.
Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun “Bizim tarlalar çoktan sürülmüş” cümlesinin manası artık su yüzüne çıkmalıydı.
Süreç aslında Rahip Santoro cinayetinden önce başlamıştı. Hakkında “Emniyetteki hizipleşme içinde irticai akımlara (Fetullah) yakın. Dikkat edilmelidir” notu düşülen adam Trabzon İl Emniyet Müdürlüğüne atanıyordu.Dönemin İçişleri Bakanı Abdulkadir Aksu’ydu.
Atanan emniyet müdürü döneminde bölgede ilginç olaylar cereyan ediyordu. Bazılarını hatırlamak gerekirse, Trabzon'da 2004 yılında Mc Donald's bombalanması, 29 Kasım’da KTÜ Öğretim Üyesi Doç. Hicabi Cındık öldürülmesi, 7 Ocak 2005’te yine KTÜ’den Prof. Dr. Sadettin Güner ve üç yaşındaki oğlu çapraz ateşle öldürülmesi, 6 Nisan 2005’te TAYAD üyelerinin yüzlerce kişi tarafından linç edilmek istenmesi, 19 Ocak 2006’da Kürt işçilerin gittiği bir kahveye molotof kokteyli ile saldırı ve son olarak hepimizin aşina olduğu 5 Şubat 2006'da Santa Maria Kilisesi’nin rahibi Santoro 16 yaşında bir lise öğrencisi tarafından öldürülmesi.
Olayların temeli Türkiye’nin kronikleşmiş ve sürekli kaşınan AYRIMCILIK yarasına yönelikti. Rahip Santoro’ya kadar farkedilmeyen artık biraz daha görünür olmuştu. Bölge, pilot bölgeydi ve yara buradan kaşınmak isteniyordu.
Tesadüflere inanmadığım canım ülkemde yine bir tesadüfle Rahip Santoro cinayetinin faili  18 yaşından küçük bir çocuk çıkıveriyordu.  Fakat kripto Santoro cinayetinde değil, Mc Donalds bombalanmasında gizliydi. Bombalamada gözaltına alınan Erhan Tuncel, Emniyet Müdürü ile yaptığı bir görüşmeyle polis muhbiri oluyor ve salıveriliyordu. Erhan Tuncel aynı zamanda Muhsin Yazıcıoğlu’nun gönüllü korumalığını yapan biriydi. Muhsin Yazıcıoğlu bütün bu detaylara haiz biriydi. O yüzden tarlalar sürülmüş demişti.
Tuncel’i Muhbir yapan Emniyet Müdürü, çözümsüz ve şüpheli bu kadar olay varken İstihbarat Dairesi Başkanı olarak atanıyordu. Lakin tesadüfe bakın ki belalar peşinden sürekleniyordu. Dink cinayeti ülkeyi sarsıyor ve katil yine 18 yaş sınırına yakalanıyordu. Hedef yine milleti bölmekti. Mide bulandıran ise cinayetin defalarca ihbar edilmiş olması oluyordu.
Hrant Dink cinayetinde kuşku duyulan konular üzerine 2 Aralık 2008’de Başbakan imzası ile başlatılan BTK incelemesi kuşkuları doğrular yönde rapor ortaya koyuyordu. Fakat bu rapor bazılarının hala inanmadığı PARALEL BÜROKRASİ tarafından 2010 yılına kadar çeşitli gerekçelerle sümen altı ediliyordu.
Tek faili meçhul  Dink cinayeti değildi. Üzeyir Garih cinayetinin de 6 kere savcı değiştirmesi, altısınında sıradan ifade almalar hariç hiçbir işlem yapmaması garipti. Dosya Zekeriya Öz, Fikret Seçen, Nihat Taşkın, Muammer Akkaş gibi savcılarrın elinden geçiyordu. Bir ara cinayet dosyası kayboluyor ve Turan Çolakkadı’nın çabaları ile tekrar bulunuyordu. Garih cinayeti bir CİDDİYETSİZLİKLE karşı karşıyaydı.  İfadesi alınan Astsubayların isimleri, evine polis görünümlü adamların gittiği Garih’in damadı Doron Herzigoviç ismi hiçbir yerde geçmiyordu.
Tesadüfe bakın ki, Muhsin Yazıcıoğlu burada da Garih'in verdiği büyük sırrı bilen biriydi.
Sonra biri çıkıp biz bu davayı içimizde kapattık diyordu. Kimin mahkemesinde...?
Peki malumların kendi içinde kapattığı davayı Türkiye Cumhuriyeti hukuku içinde kim kapatacaktı?
Bu süreçte sorular bitmez efendiler, sular ısınıyor.
Bakalım çanlar kimin için çalıyor.
Hürmetler.