25 Ocak 2011 Salı

Yargı medya elele, Hizbullah üzerinden derin oyuna

Yargı medya elele, Hizbullah üzerinden derin oyuna
Yargıtay'ın önce salıverdiği şimdi de yakalama kararı çıkarttığı skandalda Milliyet bugün nasıl hedef saptırdı? Asıl sorumlu Yargı iken fatura nasıl polise kesilmek istendi? Medyanın günlerdir sadece Hizbullah'ı ön plan çıkartması ve diğer tahliye edilenlerden bahsetmemesi çok dikkat çekiyor. Hizbullah'a odaklanmamızın tek bir sebebi var. Çünkü dinci bir örgütle muhafazakar bir hükümet arasında ilişki kurmak daha kolay. Candaş medya bunu çok iyi bildiği için Hizbullah'ı konuşuyoruz. Oysa Yargıtay, PKK ve onun yanında MLKP gibi sol terör örgütlerinden de tutukluları salıverdi. Yargıtay'ın neden olduğu tahliyeler Ergenekon medyasının canhıraş gayretiyle hükümet aleyhine çevrilmeye çalışılıyor. Ancak Cihaner davası ile Başbakanın, kendi dosyasının 24 saatte nasıl Yargıtay’a geldiğini hatırlatması örneklerinde olduğu gibi yargıtayın duruma göre jet hızında çalıştığının kamuoyunda çok iyi farkedilmiş olması tüm bu gayretleri boşa çıkarıyor. Hizbullah'ı derin amaçlarla geçmişte kullananlar onu bir kez daha sahneye sürdüler. Seçim öncesindeki tahliyelerin anlamı çok 'derin'..

Davaları 10 yılda sonuçlandırılmayan 21 Hizbullahçı, 2004’ten beri ertelenen kanunun devreye girmesiyle tutuklu bulundukları cezaevinden salıverildi. Hizbullah’ın vahşi cinayetleri hala hafızalarda kazılıyken örgüt yöneticilerinin cezaevi çıkışında davullu zurnalı karşılanması herkesi ayağa kaldırdı. Yargıtay Başkanı 10 yıldır karara bağlanmayan dosyaların kendilerine yeni geldiğini, PTT’nin tebligatlara 1 ay sınırı koyduğunu ve bu yüzden dosyaların görüşülmesinin kanunun çıkmasından sonraya bırakıldığını savundu. İlhan Cihaner davasında nasıl olup da 1 hafta içinde Yargıtay’ın yargılamayı sonuçlandırdığını bütün Türkiye bilmese, Yargıtay Başkanının açıklamaları ikna edici olabilirdi. Üstelik Başbakan da dün yaptığı açıklamada kendi dosyasının 24 saatte nasıl Yargıtay’a geldiğini hatırlattı. Bir başka garabet de yargı sempozyumlarında Adalet Bakanı'na Hükümete diklenme gücünü bulan Yüksek Yargının, PTT’ye söz geçirememesiydi. Yargıtay Başkanı sıradan bir vatandaşın bile APS yoluyla Türkiye’nin bir ucuna istediği iletiyi ulaştırdığını da herhalde bilmiyor.

“Akılsız başın cezasını ayaklar çeker” • Fatura ağır olunca onun kesileceği bir adres bulmak gerekiyor. Yargıtay başkanı dün bir sempozyumda “üstümüze geliniyor” konuşması yaptı. Zaten bu işin faturası baştan beri Hükümete kesilmek isteniyordu. Oy uğruna çıkarılan ve pişman olmadığı besbelli katiller, soyguncular ve hırsızlarla vatandaşı karşı karşıya bırakan “Rahşan affından bile beter” söylemi faturaya adres bulmak için candaş medyanın attığı gol olarak not edildi. Çünkü candaş medya zaten ne Yargıtay'ın İlhan Cihaner davasını alelacele ve hukuk tarihinde ilk kez fotokopi üstünde karar vermesini görmüştü ne de bir Yargıtay üyesinin organize suçun temyizi ile ilgili “bozma mı istiyorsun onama mı” ses kaydını.

İşte Kontrgerilla medyası bu • Milliyet Gazetesi bugün “Kaçırdınız bari yakalayın” manşetiyle çıktı üstelik kaçacaklar diye uyarmıştık demeyi de ihmal etmedi. Ortada bir gariplik var. Milliyet tereyağından kıl çeker gibi Yargıtay'ı tartışmanın dışına itiyor ve akılsız başın cezasını polise çektiriyor. Milliyet'in görmek istemediği ve Yargıtay'a sorulmayan nokta şu: Yargıtay bu kişileri suçsuz bulmadı, dosyalarına bakmadığı için salıverdi. Yani 21 Hizbullahçı suçlarına dair bir pişmanlık falan da göstermiş değiller. (Zaten “ne pişmanlığı” açıklaması da yaptılar) Dolayısıyla salıverilmeleri yasal bir zorunluluk haline getirilmiş ama bu onların iyi huylu ve iyi niyetli oldukları için dışarda oldukları anlamına gelmiyor.

Dolayısıyla Yargıtay 9. Dairesi ve Yargıtay Başsavcılığı tıpkı dün toplanıp bu kişilerin aranması için karar çıkardığı gibi salıverilmeleriyle birlikte bu kişilerin izlenmesi için de bir karar vermeliydi. Çünkü malum, Doğu Perinçek ve Osman Paksüt örneklerinde gördük. Kişilerin izlenmesi için mahkeme kararı gerekiyor. Polis ve Jandarma kolluk ve onun adli amiri de savcı. Burada dosya Yargıtay'da ise bunu gereğini yapacak yer de Yargıtay Başsavcılığı.

Milliyetin “kaçırdınız bari yakalayın” manşetinde aslında daha “pis koku” veren başka bir gerçekse şu: Jandarma Genel Komutanı Teoman Koman’ın “Hizbullah diye bir şey yok onlar kendilerini savunan Müslüman vatandaşlar” dediği dönemlerde polis Hizbullah’ı Yargıtay'ın salıverdiği cezaevine tıkmak için 283 çatışma ve operasyona girdi ve aralarında Diyarbakır Emniyet Müdürünün de bulunduğu 41 şehit verdi, 72 gazi çıkardı. Bu çatışmaların 185’i AK Parti hükümeti döneminde. Soruyu doğru sormak ve asıl sorumlusuna yöneltmek için yeterli değil mi?

Yüksek Yargı : Bir Zihniyet Bloku • Eski HSYK’da Ergenekon savcı ve hakimleri hakkında sürgün ataması girişimlerini, Adalet Bakanı’nın da bu girişime karşı tek başına yürüyen davanın müdahalesiz devam etmesi için çabaladığını hatırlıyoruz. O günlerde yüksek yargı neden böyle sorusu en çok akla gelen sorulardandı. Tartışmalarda hep birlikte şunu öğrendik. Yüksek yargı böyle çürük öyle bir sistem kurulmuş ki, yüksek yargı aynı zihniyetin kalesi olmanın dışına çıkamaz. Açalım: Sistem şöyle işliyordu: Yargıtay ve Danıştay HSYK’yı seçiyor. Bu seçimde her koltuk için 3 aday gösteriliyor. Bunlardan 1 kişiyi Cumhurbaşkanı HSYK’ya atıyordu. Ama herkesin beklentisinin tersine 3 aday aldıkları oy çokluğuna göre seçilmiyor. Herbir koltuk için yeniden seçim yapılıyordu. Bunun anlamı şu; Yargıtayda galip zihniyet ne ise onun dediği oluyor. Cumhurbaşkanını önüne kağıt üstünde 3 farklı aday gidiyor ama aslında 3’ü de Yargıtay’daki galip görüşe tabi. Benzeri durum bu kez Yargıtay ve Danıştay’a üye seçiminde sözkonusu. Biraz önce HSYK üyelerini tek tek belirleyen zihniyet, bu kez HSYK eliyle Yargıtay ve Danıştay’a seçilen üyeleri aynı mekanizmayla belirliyor.

Kanadoğlu: Bunların gitmesi için kriz lazım yeter ki bunlar gitsin • Bunu hatırlatmanın ne anlamı var. Ne demek istiyoruz? Bunun manası şu: Yüksek yargı yekpare bir zihniyetin ürünü ve bu zihniyetin hükümeti krize sokmak için neyi göze alabileceğini hatırlayalım. Ergenekon hakim ve savcılarına yüksek yargının kafayı takması bir kenara, Ergenekon dinlemelerinde ortaya çıkan Sabih Kanadoğlu örneğinde Yüksek Yargı zihniyetini anlamaya çalışalım. Sabih Kanadoğlu, Yargıtay üyeleriyle toplanıp Hükümeti çukura düşürmeye yönelik kanun taslakları üzerinde çalışırken ne diyordu; “Bunların gitmesi için kriz lazım yeter ki bunlar gitsin... Gerekirse ekonomik kriz bile çıksın Gerekirse ben soğan ekmek yemeğe razıyım”. Ayın zihniyetin şimdi Yargıtay'da egemen olduğunu düşününce, 12 Eylül referandumunda mağlup olduğunu düşünen yüksek yargının yenilmiş pehlivan acısıyla ihmal ettiği dosyalardan ağır bir fatura çıkarmaya çalıştığı akla geliyor. Sabih Kanadoğlu yüksek yargının Türkiyeye nasıl baktığının en güzel örneklerinden birisi. Zaten bu iyice anlaşılsın diye Yargıtayın Onursal Başsavcısı ünvanı da verilmiş kendisine.

Hizbullah Dışarda, Ya Diğerleri • Dikkatlerimiz tamamen Hizbullahın üzerinde. Neden? Domuz bağı.. diyecek olanlar domuz bağı gömüleri bilinmeyen/bulunmayan terör örgütlerinin insanlarımızı daha makul biçimde öldürdüklerini mi düşünüyor. Bu yüzden onlardan sözetmeye gerek duymuyorlar mı? Aslında Hizbullaha odaklanmamızın tek bir sebebi var. Çünkü dinci bir örgütle muhafazakar bir hükümet arasında ilişki kurmak daha kolay. Candaş medya bunu çok iyi bildiği için Hizbullahı konuşuyoruz. Oysa Yargıtay, PKK ve onun yanında MLKP gibi sol terör örgütlerinden de tutukluları salıverdi. İstanbul’da otobüste yakılarak ölen insanımızın, para çekmeye gittiğinde bankamatikte bombalanan insanımızın candaş medya açısından pek bir kıymeti yok heralde. Daha önce Ahmet Necdet Sezer’in doktor raporuyla affettiği sol teröristler, cezaevinden çıkıp yine askerle polisle çatışmaya girmiş ve bazıları bu kez ölü ele geçirilmişti ama candaş medya bunları görmemişti. Candaş medyaya bakılırsa ölünüzün kıymetinin olması için dinci bir örgüt tarafından öldürülmesi gerekiyor. Devrimci teröristlerin cinayetleri heralde “devrime katkı sağlıyor” diye düşünüldüğü için candaş medyada bir karşılık bulmuyor.

Yargıtay’ın Garip İşleri Hep “Derin”di • Yargıtay’ın salıvermeleri hep derin ve ilginçti. Hatırlayalım: Alaaddin Çakıcı'nın, 26 Mart 2000 tarihinde, Karagümrükspor Lokali'nin basılmasıyla ilgili İstanbul 1 No'lu DGM'ce verilen toplam 5 yıllık mahkûmiyet kararıyla ilgili davayı, Yargıtay'da 7 Nisan günü sonuçlandırdı. Yargıtay 1. Ceza Dairesi, Çakıcı'nın ‘Çıkar Amaçlı Suç Örgütü Kurmak ve Yönetmek'ten verilen 3 yıl 4 aylık hapis cezasını onadı. Yargıtay kararının 3 Mayıs günü kesinleşmesi üzerine, 5 Mayıs pazar günü İzmir'den Antalya'ya geçti. Antalya'dan Yunan Adaları üzerinden İtalya'ya kaçtı. bütün Türkiye şok oldu.

Ama bu garip kaçışın arka palın netleşince Yüksek Yargıda işlerin nasıl yürüğü ortaya çıktı. Çünkü; Alaattin Çakıcı’nın yurtdışına kaçış sürecini, Bodrumlu müteahhit Hakkı Süha Şen’in 26 Nisan 2004 günü, Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya ile yaptığı görüşmenin ardından açtığı telefon başlattı. Şen hem Yargıtay başkanına bir villa yapıyordu. O dönemin iddialarına görev villayı da Çakıcı yaptırıyordu. Şen’in Başkan’dan aldığı haber kötüydü: 15 kişinin yaralandığı Karagümrük Spor Kulübü Lokali’nin taranması davasında Yargıtay’dan Çakıcı’nın umduğu tashihi karar çıkmadı. (Herhalde Hamdi Yaver Aktan’a ait olduğu belirtilen ses kaydındaki gibi ilişkiler o zamanlara kadar gidiyor) Dosya sonuçlandı, karar postaya verilmeden Çakıcı gerekli her bilgiyi öğrenmişti. Hakkı Süha Şen, Yargıtay Başkanı Özkaya ile konuştuktan hemen sonra Alaattin Çakıcı’yı aradı, tedbirini almasını söyledi. Çakıcı, bir hafta sonra 3 Mayıs günü MİT’çi kaşif Kozinoğlu’nun sahte pasaport ve aracılık desteğiyle yurtdışına çıktı. O’nu yakalayan polis o zaman da derin biçimde kaçırılan Çakıcıyı yeniden üstelik yurtdışında yakalamak zorunda kaldı. Polis Çakıcı’yı 14 Temmuz 2004 akşamı Avusturya'nın Graz şehrinde eski MİT görevlisi Faik Meral'a ait yeşil pasaport ile yakaladı.

Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu ise soruşturmaya gerek yok kararıyla Özkaya’yı rahatlattı. Mahkeme kararıyla dinlenen kişinin karşısındakinin suç kanıtı olan sözlerinin hukuk diliyle suçüstü olarak kabul edilmesi beklenirken hukuken geçerli sayılmayacağına dair sürpriz Yargıtay İçtihadı da Özkaya’nın hatırına bu olayın ardından apar topar alındı.

Seçim öncesindeki tahliyelerin anlamı 'derin' • Yargıtay’ın böyle pek çok derin hamleleri mevcut. Hizbullahçıların tam da seçime gittiğimiz bir süreçte bırakılmaları da böyle bir durum. Sözkonusu kişiler 10 yıldır tutuklu olarak cezaevindeler. Yerel mahkeme bunlara müebbet hapis cezası vermiş. Temyiz aşamasında Yargıtay salıverdi. Müebbet yatacağı belli olan bir teröristin salıverildiğinde geri dönmesi akla mantığa sığar mı? Kaçacakları kesindi ve kaçtılar. Kırsal Bölgeye çıktıkları an polisin yetki alanı bitiyor ve bulunma ihtimalleri sıfırlanıyor. MLKP, DHKP-C ve PKK’lılar da salıverildi Yargı tarafından. Hizbullahçılarla beraber tekmili birden seçim öncesi göreve hazır. Yargıtay emriyle…. (Analiz / Aktifhaber)

Derin oyuna tepkiler • Kayıplara karışan 188 cinayetin faili 9 Hizbullahçı'nın tahliyesine uzmanlardan tepki geldi. Tahliyelerin yargının hükümete yönelik komplosu olduğunu söyleyen USAK Koordinatörü Laçiner, "Provokasyonlar hazırlanıyor" dedi. İstihbaratçı Orakoğlu ise, asıl hedefin 2011 seçimi olduğunu söyledi. Başbakan Erdoğan'ın Hizbullah sanıklarının tahliyeleriyle ilgili "Farklı bir organizasyon söz konusu" sözlerine stratejistlerden destek geldi. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurulu (USAK) Koordinatörü Doç. Dr. Sedat Laçiner, Hizbullahçılar'ın salıverilmesinin yargının hükümete yönelik bir komplosu olduğunu belirterek "O kadar suç işlemiş birinin salıverilmesi söz konusu olamaz" dedi.

Kontrolü çok zor • Hizbullah ve PKK üzerinden ciddi komplolar yapılmaya çalışıldığını söyleyen Laçiner, "Önümüzdeki günlerde Hizbullah'ı daha çok göreceğiz" dedi. Hizbullah'ın seçimlerde bağımsız vekillerle Meclis'e girmeyi planladığına dikkat çeken Laçiner, "Meclis'e girebilirlerse laiklik tartışmalarını başlatacak tarzda Cumhuriyet, Atatürk, Anayasa gibi konularda Meclis kürsüsünde provokasyon olarak değerlendirilebilecek hareketler yapacaklar" diye konuştu.

Güneydoğu'nun karışık bir yer olduğunu belirterek gelişmeleri Hizbullah'ın kendisinin de kontrol edemeyeceğini savunan Laçiner şöyle devam etti: "O kadar çok eğitimsiz ve radikal insanı bünyesinde bulunduruyor ki o kişilerin kontrolü çok zor. Bir iki kişinin yapacağı silahlı eylem veya provokatif hareketler, bütün Hizbullah'a kolayca mal edilebilir. Bütün örgütler istismara açıktır ama Hizbullah daha da bir açık. Çünkü yukarıda çok sert bir hiyerarşi söz konusu değil."

Emniyet İstihbarat Dairesi eski Başkanı Bülent Orakoğlu da Hizbullah tehlikesine dikkat çekti. Türkiye'de seçilmiş hükümetlerin 4 defa anti demokratik olarak görevden uzaklaştırıldığını hatırlatan Orakoğlu, gayri milli olan derin devletin, 8 yıldır iktidarda olan AK Parti'yi seçimlerde iktidardan düşürmeye çalıştığını kaydetti. Bugüne kadar derin devlete hizmet eden herkesin bir şekilde korunduğuna işaret eden Orakoğlu, en azı 5 cinayetle suçlanan sanıklann ortadan kaybolmasının manidar olduğunu söyledi. Orakoğlu, "Geçmişte Ağca'yı, hapisten kaçıranlar, şimdi böyle yapıyorlar" dedi. Tahliye ile hem ülkenin kanştırılmaya çalışıldığını hem de hükümetin suçlanmaya çalışıldığını vurgulayan Orakoğlu şöyle devam etti:

Derin devlet uzantısı • "Şimdi 'Mustafa Balbay içerideyken Hizbullahçılar bırakılıyor' diyorlar. Bu sayede Ergenekon operasyonlarını etkisizleştirmeye de çalışıyorlar. İkinci olarak da Kürt sorununun çözümü için başlatılan açılım süreci baltalanmak isteniyor. Burada bir operasyon varsa bunu yapan yargıyı yönetenler değil içindeki derin devlet uzantılarıdır. Güvenlik güçlerinin bunları salıverildiklerinden itibaren adım adım izlemesi gerekirdi. Ben olsam izlerdim. Seçimler öncesi ülkeyi kargaşaya götürme amaçlı faili meçhul cinayetlerde kullanılabilirler. Hizbullah'ın Beykoz'da eli geçirilen arşivinin mahkemeye gitmemiş olması da dikkat çekici."

Kim takip etmeliydi? • Polisin yasal olarak tahliye edilen kişiyi takip kişiyi takip etme zorunluluğu olmadığını belirten Bülent Orakoğlu, "Polise 'niçin takip etmedin' diye soramayız. Adli gözetimin de sorgulanması gerekir. İmzaya gitmeyenlere yaptırım nasıl olmalı? Kanunda tekrar tutuklama dışında bir yaptırım yok. Polis takip etmiş olsaydı ve şimdi yakalasaydı büyük bir kredi kazanırdı" dedi.

'Sorumlu uyarıları dikkate almayan Yargıtay'

Boğaziçi Avukatlar Derneği Başkanı Av. Bilal Çalışır: Uyarıya rağmen hiçbir şey yapılmaması zihinlerde soru işareti doğuruyor. Başbakan'ın dediği gibi "tahliyelerin ardında farklı şeyler aranması gerekir" şeklinde düşünmemek elde değil. Çünkü haklılık payı var. Konunun detaylıca araştırılması lazım. Hem zamanlama açısından bakıldığında özellikle yürütmeye yönelik yıpratma politikası olarak kullanılmaya çalışılıyor. Yargıtay bu insanları salıvermek için sanki bu maddeyi bekliyormuş gibi oldu.

Hukukçular Derneği Başkanı Av. Cahit Özkan: Yargımız maalesef iflas etmiştir. İleride daha değişik sorunlarla karşı karşıya kalacağız. 2005 yılında çıkan bu yasadan sonra Hizbullah sanıkları terhis gününü bekleyen askerler gibi 5-6 yıldır tahliye olacakları günü sayıyorlardır. Çıkmaları durumunda ne yapacaklarını çok önceden planladırlar. Ancak ilgili ceza dairesi durumu öngörüp doğru karar vermemiştir. Sanıkların işledikleri suç ortada. Çıktıktan sonra ıslah edildiklerini kimse iddia edemez.

Adalet ve Hukuk Derneği Başkanı Ayhan Gültekin: Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, dosyasının bir an önce karara bağlanması için Yargıtay'ı uyardı. Tahliye edilmelerinin Türkiye'de ciddi anlamda bir infial uyandıracağı bilinmesine rağmen dosyanın bir an önce sonuçlandırmaması düşündürücüdür. Yargı bile bile lades diyor. Yargıtay Başkanı "Çok biliyorlarsa gelsinler kendileri yapsınlar" diye bir beyanda bulunsa da oraya onları seçen kişiler bu problemleri çözsünler diye gönderdiler.

Demokrat Hukukçular Derneği Başkanı Av. Halil Doğan: Hükümet, çokça tenkit edilen tutukluluk sürelerini azaltılmasını sağlamak için yasa çıkarmıştı. Fakat yargı tutukluluk sürelerinde bir sınır yokmuş gibi işi ağırdan almış ve azami süre dolduğundan bu kaotik tablo ortaya çıkmıştır. Bu tablonun tekrarlanmaması için acilen hakim ve savcı açığı giderilmeli, istinaf mahkemeleri hızla kurulmalı, Yargıtay'ın birikmiş yükünü azaltmak için yeni tetkik hakimleri ve üyelerle daireler kurulmalı.

Türkiye Hukukçular Birliği Vakfı Başkanı Av. Sinan Kılıçkaya: Söz konusu kişiler 31 Aralıktan önce haklarındaki hüküm kararı verilmeliydi. Kendileri hakkında karar çıkmadığı için bu kişiler zaten tahliye olacaklarını biliyordu. Siyasi irade açısından herhangi bir sorumluluk yok. Neticede bu yasayı çıkardığında ileriye dönük uygulama süresi koydu hatta bir kez de süreyi uzatmıştı. Sorumlu yargılama süresinin bu kadar uzun olmasıdır. Bunun böyle olması Yargıya bir sorumluluk yüklüyor.

Türk: Yargıtay'ın hali perişan

Adalet eski Bakanı Hikmet Sami Türk Yargıtay dairelerinin verdiği tahliye kararlarıyla ilgili "Dairelein farklı kararlar vermesi perişanlık ifade eden bir durumdur'' değerlendirmesinde bulundu. Türk, ''Yargının bugün geldiği nokta tek kelimeyle özetlenebilir perişanlık. Yargı perişan durumdadır. Özellikle son yaşanan olaylarda bu ortaya çıkmaktadır. Dairelerin farklı kararlar vermesi Yargıtay Başkanı'nın bir dairenin verdiği karardan haberdar olmaması son derece üzücü, perişanlık ifade eden bir durumdur'' diye konuştu.

10 yıllık tutukluluk süresi tartışmalarıyla ilgili manşetlerimiz

Hizbullah (Hizbulkontra) örgütüyle ilgili manşetlerimiz | Ergenekon ve Hizbullah bağlantıları

Yargıda Kontrgerilla örgütlenmesi | Kontrgerilla Medyası

Seçim ve anayasa Kontrgerilla için ölüm kalım meselesi | Ergenekon'da seçim hazırlığı: Mitingler tekrar devrede

Üniversite protestocuları Ergenekoncu çıktı | Seçime doğru av mevsimi başladı: AK Parti'yi avlayabilecekler mi?

Hiç yorum yok: